Yazarlığın en önemli yanı budur, hiç kimsenin seslendirmediği bir düşünceyi herkesin söylediği hale getirmek.
Gürsel Korat’ın son kitabı Uyku Ülkesi, distopya sınırlarında gezen bir yapıt. Roman bir doktorun beyin kanaması geçirdikten sonra ameliyat masalarında, uyku ve uyanıklık arasında geçen bir süreci anlatıyor. Ağaçsızlık, betona boğulmuşluk, ve zorba bir yönetim yüzünden her şey kötüleşiyor. Rüyalar İstanbul’u anlatıyor ama sanki başka bir yerdeyiz. Kâbuslar gerçek, gerçekler kâbus gibi. “Gerçeklik sonrası”nda gerçeklerin nasıl yaşandığına ilişkin güçlü bir ses bu…
Onur Taşdemir: Yapıtlarınızda zamana yön vermek için çabalayan karakterler var. Ancak zaman bazen bu çabaların hiçbirine yanıt vermiyor. Hatta son romanınız Uyku Ülkesi’nde “vakit aktı” biçiminde bir kullanımınız var. Zaman tüm çabalarımıza rağmen akıp giden bir şey midir?
Gürsel Korat: “Vakit” yerine “zaman” kavramını kullanıyorum. Vakit, zaman içindeki bir noktadır, geçer. Fakat zaman noktaların birleşiminden oluşur. “Geçer” derken geçmediği, “geçmez” derken de geçtiği düşünülür. Vakit, zaman içindeki bir noktaya tutunmaktır; zaman ise vakitsiz ve sonsuz noktaların bileşiminden doğan dipsizliktir.
OT: Ölümü engelleyemeyebiliriz ama yaşadığımız süre boyunca zamana egemen olabilir miyiz? Zamana egemen olmak bizi mutlu eder mi? mesela.
GK: Zamana asla egemen olamayız. Zamana egemen olduğumuzu düşünmekten mutluluk duyabiliriz ama bunun boşuna bir hayal olduğunu bilerek bunu yaparız. İlle de zamana egemen olacağız diye düşünmek gereksizdir. Zamana egemen olmak ışık ve hızla ilgili bir şey, benim konum değildir; ona üstün olmak iyi mi olacak kötü mü, onu fizikçilerin söylemesi daha iyi olur sanırım.
OT: Kaderci olmadığınızı düşünüyorum ama gene de Rüya Körü’nü okuduktan sonra aklımda geçmişi değiştiremeyeceğimize geleceği ise bilemeyeceğimize ilişkin bir düşünce yankılanmaya başladı. Aynı İnce Memed’in kendi kendine “Ağayı öldürürsün ağa gelir yerine, bir daha öldürürsün bir daha gelir.” diye yıllarca sayıkladığı gibi, bu düşünce de benim belleğimde yıllardır dönüp duruyor. İnsan zaman hakkında bu kadar çaresizken nasıl kaderci olmaz?
GK: Kaderi asla değiştiremeyiz. Çünkü bizim dışımızda belirlenmiş bir oluşa uymanın mantıklı bir izahı yoktur. Doğrusu, eninde sonunda herkesin toprak olacağından başka bir gerçeğe ulaşamayız. Katı olan her şey buharlaşır. Kimse ne göklerden haber getireni görür ne kanatlı melekleri. Tanrıya inanmazsan yaşam mutsuzluk dolu olabilir, fakat inanmakla da mutsuzluktan kurtulduğunu söyleyemezsin. Bu yüzden kaderci olmaz insan. Ayrıca bir şey daha: Mutsuzluk çekerek mutluluğa varılacak olması mantıksal olarak çelişkilidir. Mantıksal bir çıkarım olarak, mutsuz olan şeyden mutluluk çıkmaz.
OT: Peki, geride bıraktığımız zamanla birlikte, deneyim kazandıkça, yaş aldıkça, yeni romanlar yazdıkça zaman hakkındaki görüşlerinizde değişen şeyler neler?
GK: Eskiden gelecekte olmayı istiyordum hep. Yaşım ilerledikçe geriye dönmeye başladım. Ama geleceği yanıma alarak. Bunu son romanımda yapıyorum. Daha fazla açıklama yapmayacağım.
OT: Bugüne gelelim. Son romanınız Uyku Ülkesi… Beyin kanaması geçirerek konuşma yetisini kaybeden Sevda Kül karakterinin rüyaları anlatılsa da sizin daha önce yazdığınız birçok anlatının aksine geçmişte değil bugünde geçiyor. Yıllarca geçmişte geçen anlatılar anlattıktan sonra neden bugün? Bugünü neden bugün anlatmaya karar verdiniz?
GK: Zaman içinde herhangi bir noktanın diğerinden farkı yoktur. Her şey ebedi şimdidir. Dolayısıyla geçmişi anlatmamla bugünü anlatmam arasında fiil çekimi dışında bir fark yoktur.
OT: Sizin bir özelliğiniz de metnin tonunu dilediğiniz gibi yukarı taşıyabilmeniz. Söz gelimi Unutkan Ayna romanınızda bir din adamı vaaz verirken bir anda metnin tonunu insanı çıldırtacak kadar yukarı taşıyıp yükselten güçlü bir söylem yakalayabiliyorsunuz. Bunu okumak büyük bir haz. Uyku Ülkesi’nde duvara yazılan sloganlarda da aynı durum var: “Ağaçlar uzak atalarımızdır; evren bütündür, insanlık ise bütünün parçası. Oysa binalar evrenin bütünlüğüne aykırıdır. Bu nedenle insanlık var ettiği binalar tarafından yok edilecektir.” Bunu nasıl yapıyorsunuz? Kutsal metinlerdeki dil kullanımına mı bakıyorsunuz? Güçlü siyasi söylemler taşıyan metinleri mi inceliyorsunuz?
GK: Bu soru, bir yazarın en kendine özgü, benzersiz, metnin gereklerinden doğan ama bütün birikimlerden süzülen bir gerçeklik olduğunu gösterir. Bu gerçekliğin herkeste yankısı vardır ama söz söyleyene özgüdür. Ama yine de okurken bütün insanlar metni sürükleyen sözü kendilerinin söylediğini düşünürler. Yazarlığın en önemli yanı budur, hiç kimsenin seslendirmediği bir düşünceyi herkesin söylediği hale getirmek. Bütün mesele budur. Yazarlığın tek gizemi buradadır.
Elbette eski metinleri okuyorum, elbette söylev çalışıyor ve yazdıklarımı tek tek seslendiriyorum. Fakat onlar gibi olmaya çalışmadan. O metinler benim için oldukça önemli, esin alınacak birikimlerdir; onları içselleştirir ve sonra kendimi ifade edebileceğim bir çıkış yolu buarak yeni bir metni yazmaya başlarım.
OT: Uyku Ülkesi’nde Sevda Kül, bir rüyasında kızına okuduğu kitaplardan ipuçları bıraktığını görüyor. Aynı romandaki gibi evinizdeki kütüphanede ya da kendi yazdığınız romanların içinde birbirlerine bağlı ipuçları ya da şifreler var mı? Varsa çok mutlu olurum ama elbette bunların neler olduğunu sormam. Edebiyat tarihçilerine de iş kalsın değil mi?
GK: Kitaplarımın araları ve defterlerim benim de gözümü kamaştırıyor. Sonradan bunları okuyacak olanlara sabırlar dilerim. Burada, gelecek zamanı görmeyi çok isterdim. Yani birilerinin benim yazdıklarıma bakarak boş yere uğraştıklarını bilmek eğlenceli olurdu. Büyük yanılgılar ve bir sürü yakıştırmalarla bir dizi laf edecek birileri, belki de benim düşünemediğim şeyleri bunlardan yola çıkarak bulacaklardır. Üstelik ben bu söyledikleriniz böyle değildi diyemeyeceğim. Gelecek böyle kurulur bana göre. Gelecekten söz ettiğimiz her yerde zamanın akışının değişerek ilerlediğini de biliriz. Birleştirilen, aynı odağa toplanan farklı zamanlar ve oradaki olaylar asla birbiriyle örtüşmezler ama hepimiz öyleymiş gibi düşünerek işimize bakarız.
OT: Uyku Ülkesi’nde de vurgulandığı üzere insan yazarak ölümsüzleşiyor. Okundukça yeniden canlanıyor. Tamam. Ama yazmak, yazarın hatırlanmasını sağlarken yazar için yazmak unutmak mı oluyor? Yani acaba yazdım ve yükümden kurtulup rahatladım, unuttum böylece belleğimi yeni fikirlere açtım gibi bir hafifleme durumu mu var? Yoksa insan ve yazar olarak yazdığınız her şeyi anımsar ve onların yüküyle yaşamaya devam mı edersiniz?
GK: Bu soruya Rüya Körü yanıt versin: “İnsan daima unutur. Çünkü süreğen olarak geçmişte veya gelecekte duramaz. Yapabildiği tek Tanrısal eylem, hatırlamaktır. Zamanın dayanılmaz üstün gücü, çığlıkları taşıyıp götürür uzaklara; doğmuş her şey karanlıklara dalar. Değerini ve gücünü kutsadığımız, kahraman saydığımız yahut saymadığımız ne varsa kaybolur. Yalnızca apaçık ortada olanlar görünmez ve gizlidir, hatırlayışın ışığına tutulana kadar.”
OT: Uyku Ülkesi, politik iletiler de taşıyan bir roman. Bu nedenle sormacanın ilk sorularında alıntıladığım İnce Memed’e geri dönmek istiyorum. Yaşar Kemal’in ağa sembolüyle somutladığı adaletsizliği ortadan kaldırmak için yola çıkan İnce Memed, yıllarca bir ağayı öldürünce başka bir ağanın geleceğini düşünmüş ancak en sonunda, “Olsun” demişti. “Benim yerime de başka bir İnce Memed gelir.” Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
GK: Aslında kafamı kurcalayan temel sorulardan biri böyle bir şey: Olumsuz yaşantıları yeni kuşaklara öğrettiğimiz şüpheli. Nazizmi öğretemiyoruz örneğin, sayısız Hitler hayranı var. Despotik sosyalizmi öğretemiyoruz. Deneyim her seferinde Sisyphos gibi baştan edinilen bir şey. Bu yüzden asla yeni bir İnce Memed gelmeyecek. Her seferinde başka birini göreceğiz. Tarih düz bir biçimde de ilerlemeyecek. Yenilgiler insanın olmazsa olmazı. İrrasyonalite de. Çok acı çekiyoruz. Fazlasıyla yeryüzü gibiyiz. Her an deprem, yanardağ patlaması, sel ve yağmur var. Biz ise mikroplar gibiyiz, bu dünyanın başını ağrıtan bir şeyiz. Düzelmeliyiz. Yararlı olmalıyız. Uyku Ülkesi için böyle şeyler söylemek istiyorum.
OT: Uyku Ülkesi’nde anlatılan ülke ne olacak diye sormuyorum. Kitap adıyla ortaya koyduğu üzere bir gün uyanacak. Ama gene geldik zamana… Kaderci misiniz? İnsan zamana egemen olabilir mi?
GK: Kaderci değilim. Çünkü zamana egemen olamayız. Egemen olduğumuz tek şey, hiçbir şeye egemen olmadığımızdır. Üstelik fazladan, egemenlik kötü bir şeydir; bunu düşünmeliyiz.